Blog,  Deneme

Onurlu Yaşamak

Bazen diyorum ki alıp başımı gitsem… Öyle bir memleketten, birinden ya da bir yerlerden değil; alıp başımı kendimden gitsem diyorum. Bavuluma yalnız heveslerimi koysam; hayattan mağlup çıkmamış küçük kız çocuğunu, ümitlerimi ve gündüzlerimi alsam yanıma ve gitsem hiç bilmediğim diyarlara. Kendimi geride bıraksam ama.

Bazı zamanlarda kendin olmak yük olur insana. Bazı anlarda aynada gördüğünüz yansımadan mahçupsunuzdur ya, ben bugün öyle mağlup olduğum bir savaşta kaybettim her şeyi kendime dair. Aynaya bakınca gördüğüm yüz benimki değil artık, tanımadığım bir dostun… Üstelik bu büyümek değil artık, küçülmek gittikçe; zaman geçtikçe hep büyümezmiş insan işte. Bazen küçültürmüş zaman, ufalanırmışız içimize. Ah, ellerim eğer uzansaydı bu savaşta kaybetmiş olan bedenime ve bir kez olsun tutsaydım ruhumun ucundan şunları söylerdim ona,

“Onurlu yaşamak dedik ya, onurlu yaşamak… İnsan, adalet terazisinde vicdanından ağır basan ne varsa yere yakın tutarsa kaybediyor hep. İnsan yalnız, yaşamaya gelmez bu bir karış dünyaya; Kendi olmaya, vicdanlı yaşamaya gelir. Biz ne kendimiz olmayı becerdik ne de vicdanımızı bu kirlenmiş dünyada korumayı. Şimdi korktuğumuz herkes kadar insanız. Şimdi, kendimizden sıyrılıp onlara benzedik. Hatalarla dolu dünlerimiz, vicdanımızı unuttuğumuz günlerimiz var ellerimizde. Vay be, onurlu yaşamayı biz hiç beceremedik.”

Hep sorardım, herkes iyiyse bunca kötü kim, diye. Sanırım artık anlıyorum, her birimiz birilerinin hikayesinde kötüyüz nihayetinde. Birilerini üzdük, birilerini sömürdük ama asıl mesele; her şeye rağmen nasıl durduğun hayatta. Ben, eğrilmiş sırtımla beceremedim iyi kalmayı. Oysa nasıl isterdim her şeye rağmen kendi adalet terazimde ağır basmayı. Bazen itecekler sizi dostlar yanlışların ortasına, bazen “Ne anlamı var?” diyecekler hala insan kalınması gerekilen savaşlara, bazen de terazinizin ayarını bozacaklar. İşte böyle zamanlarda ne kadar insansanız o kadar insan kalacaksınız bu hayatta. Ben, böyle zamanlarda beceremedim insan kalmayı, onlara dönüştüm sonunda. Ne anlamı var, dedim kendime; itildim ve kaldım yanlışların tam ortasında.

İşte tam da bu yüzden kendimi geride bırakıp gitmek isterdim uzaklara. Daha fazla yenilmek istemezdim bazı savaşlarda, ne kayıp verirdim o zaman ne de kazanırdım kendimi kanla. Ah, sahi insan kimliğini bırakıp kendinden bozma bir bedenle ne kadar uzağa gidebilir ki? İnsan, henüz kaybettiği bir savaşta mağlubiyetlerini sırtlayıp kendine gelebilir mi peki? Yapamayız, öyle değil mi? Ben de öyle yapamadım işte bazı şeyleri.

Bazı günler, bazı dünlerden daha boynumuz bükülür; bazı yarınlarda daha dik durabilmek için belki de. Yoksa insan bu bükülmüşlükle nasıl yaşardı, insan kayıplarıyla nasıl başa çıkardı? Ben bugün, kötü olmayı öğrendim hayattan; korktuğum her şeyin kendisine dönüştüm yavaşça. Belki de bu yüzden gördüğüm tek şey karanlıktan doğma bir canavar aynada.

Yine de, her şeye rağmen insan kalmayı öğrenebiliriz hala, değil mi? Biz, kendimizi dahi tanımadığımız zamanlarda en çok  yine kendimize “Merhaba yabancı!” deriz aslında. Her şeye inat: dünyanın bütün yanlışlarına, üstüme sinmiş hatalarıma ve bütün insanlığıma rağmen ben, onurlu yaşayacağım bu hayatta. Belki yarın belki yarından da yakın…

 Belki kötü olduğumuz hikayeleri silemeyiz ama hala insan kalmayı becerebiliriz.

Hadi şimdi daha çok yerde buluşalım!

Yazılardan haberdar olmak ve her ay e-posta almak için abone olun!

İstenmeyen posta göndermiyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun.

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir