Teselli Pınarı
Zor bir gündü aslında. Aklında henüz kazananın belli olmadığı bir muharebe vardı. Ruhuna ince ince işleyen bir sızı ile öylece duruyor ve ne yapacağını bilemiyordu. Birazdan evden çıkması gerekliydi ancak o, değil evden odadan dahi dışarı adım atacak gücü kendinde bulamıyordu. Bazen insan en çok bulunduğu yerden kaçmak isterken olduğu yerden kıpırdayamıyordu.
Sonra kalbinin derinliklerinde ona sızı verenleri sineye çekip ayağa kalktı ve evin çıkışına doğru yürüdü. Kendini tutmak ve bir köşeye sinip eteğindeki taşları dökmek arasında çetin bir savaş veriyordu. Böyle zamanlarda insana en çok bir uçurumun kıyısında bağırmak iyi geliyordu ancak o dört duvarın arasında ne bağırabiliyordu ne de konuşabiliyordu. Dört duvarın hakimiyetinden kurtulmak isteyerek kendini evden dışarı attı. Dışarıda onu bekleyen bir araba vardı. Arabaya doğru ilerledi ve en büyük tesellisini gördü sürücü koltuğunda. Gözündeki gözlüklerin ardından kendisine bakıyordu. Ona uzun uzun bakmayı, böylece dünyanın bütün sorunlarından arınmayı dileyerek arabaya bindi.
Beraber yola çıktılar, içindeki ıslak dehlizler yüzeye çıkmak için uğraş verirken dudaklarını birbirine bastırdı. Gözyaşları kendisinden bağımsız bir biçimde yanaklarından süzülmeye başladığında kendisine kızdı. Belki, şimdiye kadar kimsenin yanında savunmasız kalamamış oluşuna kızdı; belki de şimdi, burada bütün maskesini indirmeyi kendisine yediremedi. Ama sonra gücünün son damlası da kaybetmek üzere olduğu muharebe alanında yitip gitti ve kendisini tutmayı bıraktı. Artık sessiz sessiz ancak özgürce akıyordu yaşları gözlerinden. Yanındaki, hemen anladı onun içindeki buhranı. Oysa o anlatmadan anlaşılmanın mümkün olmadığı bir dünyaya doğmuş, tamamen anlaşılmanın hayal olduğu bir dünyada büyümüştü. Bu yüzden şaşırdı önce. İnsan insanı yaşından tanır mıydı? Ya insan, yüreğindeki sızının en orta yerinden anlaşılır mıydı? Sanıyordu, bu mümkündü.
Yanındaki telaşa kapıldı biraz, kendisinin derdine deva olma arzusu taşıyor gibi görünüyordu oradan bakınca. Kocaman gülümsedi içinden, içindeki sıkıntıya tezat. Onca senede bir görülen güneş tutulması gibi tutuldu yanındakinin bu arzusuna. Sonra, arabanın hızı arttı, kendisini olabildiğince hızlı uzaklaştırmak istedi olduğu yerden. Eşlik etti yanındaki. Beraber kaçıp gittiler onları burkan şeylerden. Biliyordu, en büyük tesellisinin de canı sıkkındı bugün. İki mutsuz, mutlu bir yolculuğun tam ortasında içerleniyorlardı. Bu, el ele tutuşup dünyanın ayakları altında yok oluşuna tanıklık etmelerine benziyordu.
Ah, dedi içinden. Belki de hiçbir zaman böylesine güzel sıyrılmamıştı yalnızlığından. Belki de hiçbir vakit, kafasının kalabalıklığını susturmamıştı hiçbir beden. Şimdi, yanındaki, kaybetmek üzere olduğu bu muharebe alanındaki aldığı yenilginin hiçbir önemi yokmuş gibi hissettiriyordu. Sanki zaman yalnızca ona doğru akıyordu. Elinde olsa onun ruhu ile bütünleşir ve onu yüreğinin en içinde saklardı. Asırlardır ilk defa kendisini bu kadar güvende hissediyordu. Oysa kendisini bir daha güvende hissedebileceğine dahi hiç inanmıyordu. Bu durum ona hem iananılmaz geliyor hem de diken üzerinde hissettiği her an için içi burkuluyordu.
Arabanın ibresi daha büyük sayıları görünce korktu biraz. İçindeki düşünce yığınını ittirip gerçekliğe tırmandı ve yanındakinden yavaşlamasını rica etti. Sonra ona baktı, insanlığın öyle içindendi ki, öyle payını almıştı ki iyi olan her şeyden… O eğer gök olsaydı o an, yıldız olup milyarlarca yerinden sevgisiyle parlamak isterdi yüzünde. Keşke içini açıp sıkıntısını nasıl hafiflettiğini, yanında olmasının onun için ne mühim bir konu olduğunu gösterebilseydi. Ona yönelttiği bakışlarını üzerinden çekti ve tekrar yola baktı. Deniz kenarına varmışlardı. Beraber indiler arabadan, el ele yürüdüler karanlık bir yolu. Oysa yanındakinin haberi yoktu ki bu gece yaşadığı en karanlık gecelerden dahi aydınlıktı.
Deniz kıyısına vardıklarında gördü ki dalgalar bütün hırçınlığı ile kıyıya vuruyordu. Dalgalara ne çok benziyordu; derin bir sakinliğin en orta yerinden köpürüyordu içi. Taşlı kumsala oturdular yan yana sonra, duydukları tek ses dalgaların çığlıklarıydı. Birbirlerine yaslandılar. Dünyanın en mutsuz huzurunun ortasında eşlik ettiler sözcükleriyle dalgalara. O gece iki kişilik bir sükunet hakimdi. Aşk denen yanılgının kıyısına vuruyorlardı usul usul.
Sonra bütün kaygısı uçup gitti, uçurumdan bağıramasa da anlaşıldığını bilmenin rahatlığı ile kustu bütün hüznünü. Yanındakine yaslandı, sonra dedi ki,
“Ah benim teselli pınarım,
Varlığın varlığıma armağan oldu. Olmadığın her günün telafisi gibi yanımdasın şimdi. Aşktan yana veresiye tuttuğum her acının ödenmiş mutluluğusun. Akıttığım bütün yaşların yeşerttiği fidanda açan o çiçek sensin işte. Sonunda, yanımdasın. Sonunda buldum seni.”
Ve göğün yüzünde parıldadı binlerce yıldız. İç içe geçti ruhları. O gece hüzünden gebe kaldı en büyük mutlulukları…


