
Yaralardan Zengin Kalkışı Yapmak
“İstenmediğim yerde kalışımın ağırlığını hissediyorum omuzlarımda.” Dedi biraz pervasızca, biraz da çöküktü omuzları.
“Neden kalıyorsun o zaman?” dedim elimdeki sigaradan bir nefes çekerek. “Neden gitmiyorsun?” Ellerini kavuşturdu ve başını geriye atarak gökyüzünü seyretti. “Sen neden gitmiyorsun hep gitmeyi arzuladığın ülkelere mesela? Neden seni sen olmaktan alıkoyan ne varsa bağlarını koparıp özgürleşmiyorsun ya da? Kendine ne cevap veriyorsan, aynı cevap yüzünden gidemiyorum. Seni cesaret etmekten, adım atmaktan ve çabalamaktan ne alıkoyuyorsa alıkonuluyorum hepsi tarafından. İçimde bir yerlerde sıkı sıkıya bağlıyım ben gidemediğim yerden. Gitmek istesem de gidemiyorum; yalnız, ağırlığı kalıyor üstümde.”
Sigaranın külünü parmağımla silktim kül tablasına. “Benim gitmek istediğim yerlere gidemeyişim cesaretimin olmamasından değil mesela. Her şeyin vakti zamanı var sadece. Şimdi çekip gitsem iş güç bir yanda, sevdiklerim diğer yanda… İnsan çekip gidemez öyle gitmek istediği yerlere ama sen gidebilirsin. Ben kalmayı sevdiğim için kalıyorum hem, sen kalmaktan yorgunsun. İnsan kalmayı istemediği yerde kalır mı hiç?”
Biraz sinirle biraz alayla güldü önce. Başını gökyüzünden yeryüzüne eğdi. Sigaramı aldı elimden ve dudaklarına yerleştirdi. “Korkaksın aslında, seni işinden gücünden de sevdiklerinden de gitmekten alıkoyan bir korkaklık bu. Kendine güvenmiyorsun işte. Ben de öyle güvensizim; derinlerde bir yerde gidemeyecek kadar korkağım. Hem ben kalmayı istemediğimi söylemedim hiç. İstenmediğim yerde kalmanın ağırlığından bahsettim. Evet, kalmaktan yorgunum belki ama dediğin gibi, her şeyin vakti zamanı var ya, zamansızlık sarmış beni. Vakti zamanı gelmiyor hiç gitmenin.”
Haklı mıydı yoksa sadece saçmalıyor muydu, emin olamadım. “Her neyse, konumuzun başka ülkelere falan gitmekle bir ilgisi yok. Ben senin istenmediğin yerde kalıyor oluşundayım. Yahu gitmek, kalmaktan daha kolay. Yani istenmediğin yerde kalmaktan daha kolay istemeyerek gitmek. Bir şeyin vakti gelmiyor gibi hissettiriyorsa da eğer onun vakti çoktan gelmiştir hem. Madem kalmanın da ağırlığını altında eziliyorsun, sadece git, belki gitmenin vakti gelmiştir.”
Sigaradan büyük bir nefes çekti, “Bak…” Bana baktı gözleri dolu dolu. Gözlerinin dolmasına şaşırdım, yere baktığından yüzünü görememiştim. “İstenmediğim yerde kalmayı ben de istemiyorum aslında. Mesele, tam olarak tamamen istenmemem de değil; ben o yerde, onun hayatında, istenmediğim bir yerde dikiliyorum sadece. Birini alıp hayatında bir yere koyarsın illa, insanları koyduğumuz içimizin boşluklarına da isimler veririz hatta, ilişki der ve tanımlarız o yerleri. O, beni istemiyor değil; ben olduğum boşlukta istenmiyorum. Onun kafasında farklı bir yerim var benim, biliyorum. Benim yüreğimde ise farklı bir yer var; onun hayatında ait olmayı dilediğim bir boşlukta asılıyorum her gün. Gidemiyorum işte, gidemiyorum çünkü onun istediği şekilde, o boşlukta, zaten kalamadım hiç. Ben hiç var olmamış bir yerde dikiliyorum, olmayan bir yerden de gidemiyor ki insan. Öyle bir ağırlık yapıyor ki ait olmadığın, istenmediğin bir yerde olmak; o ağırlıkla da çekip gidemiyorum.” Gözünden bir damla yaş süzüldü en sonunda.
Sesimi yumuşattım, ona karşı çıkmak yerine birkaç saniye yalnızca anlamaya çalıştım. “Seni anlamak isterdim. Hadi, çekip git, demek isterdim bir kere daha ama daha önce hiç kalmamam gereken bir yerde kalmadım. Zor olsa gerek…” Yüzünden süzülen yaşı hızla sildi ve sigarayı söndürdü.
“Öyle deme, üzülme bana. Hepimiz kalmamamız gereken yerlerde yaşıyoruz aslında. Her birimizin çekip gidemediği yerler var. Belki birinin yüreği, belki bir memleket, belki de kendimizden gidemiyoruz bazen.” Bana döndü, “Hiç mi çekip gitmek istemedin kendinden mesela, bir kez olsun kendine ağır gelmedin mi hiç? Yine de gidemedin; kendini ait hissetmedin, kendini isemedin ama yine de istenmediğin o yerden gidemedin. En basiti ya, arkadaşlarınla bir kafede otururken ait hissetmedin kendini, istenmedi ruhun orada; çekip gitmek istedin ama belki gidemedin. Bu yüzden hepimiz istenmediğimiz bir yerlerde kalmanın ağırlığını taşıyoruz omuzlarımızda. Benimki taşıyamayacağım kadar ağır artık yalnızca. Bir yürekteki yerimi yadırgıyorum. Üstelik en zor olanlardan biri, bir yürekte sıkışıp kalmak; diğeri ise kendinden kapıyı çarpıp çıkamamaktır. Ben, o yürekte sıkışıp kaldığım için kendimden de gitmek istiyorum. Bu ağırlığı kendi hür irademle taşımış olmanın ihaneti var ayrıca yüreğime yük yapan, böyle olunca da kapıyı çarpıp da gitmek istiyorum ayrıca kendimden. Hah! Ama ne o yürekten gidebiliyorum ne de kendimden.”
Söylediklerine karşın biraz şaşkındım, biraz sarsılmış. “Haklısın, sanırım benim de var sıkışıp kaldığım yerler. Galiba hepimizin var… Ama üzülme, sil gözyaşını; bir gün muhakkak gideriz istenmediğimiz yerlerden.” Ona yaklaştım ve sıkıca sarıldım, “Varlığımızın dahi kalıcı olmadığı bir dünyada gidilir her yerden. Sen yeter ki gitmek iste! İstemiyorsan da sorun değil aslında. Hiçbir şey sorun değil, bazen zengin kalkışı yapamayız yaralarımızdan. Sen kendine kalsan yeter, kendinle kalmak istesen yeter. İnsan bu yahu, iki ayağı var; ruhumuzu da kalbimizi de alır ve gider bir gün herkesten, her yerden.
Belki o gün bugün değildir sadece. Vakti gelsin ya da gelmesin, ruhumuzun saati geridedir belki henüz. Biz de yetişiriz hayata bir gün. Üzülme.”

